Koçaş; şirin bir Anadolu köyü. Konya-Bozkır yolu 80. kilometrede. Üç tarafı seyrek ağaçlı dağlarla kaplı bir vadinin içinde kurulmuş. Batı tarafında köyü şehre bağlayan, nice ayrılık ve kavuşmalara şahitlik eden asfalt yol ip gibi uzayıp gidiyor. 150 haneden oluşan köyün nüfusu göç nedeniyle oldukça azalmış. İnsanları genellikle çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşıyor.
Mevsim bahar, hatta baharın son günleri. Tabiatın tüm cömertliğini insanlara sunduğu. Kuş yavrularının palazlanıp uçuştuğu. Günlerin uzadığı, güneşin yaza göz kırptığı ılık günler.
İnsanların evlerinin önünde yorgunluk attığı bir ikindi vakti. Ali Osman emmi tarlada işini bitirip gelmiş. Evinin önünde oturuyor. İskemle (sandalye) yerine kullanılan düzgün kesilmiş odun parçasının üzerinde. Tabakasından sardığı sigarasını tüttürüyor.
Komşumuz Ali Osman emminin evi köyün en alt kısmında. Her köy evi gibi damı çatısız. Bir avlu iki odadan ibaret, oldukça mütevazi. Her köşesi çocuklarıyla birlikte geçirdiği nice hatıralarla, hikayelerle dolu. Önünde geniş bir meydan var. Avluda yemek yapılan bir ocak. Evin yan tarafında ise hayvanların barınacağı yazlık bir ağıl ve kışlık ahır.
Fatma teyze, Ali Osman emminin eşi. Yemek hazırlığında. Çalı-çırpı ile tutuşturarak ateş yakmış ocağa. Yakılan ateşin üzerine konulmuş tencere fokur fokur kaynıyor. Kapağı buharın gücünden yerinde duramıyor adeta. Büyük ihtimalle geçtiğimiz yaz kurutulmuş sebze yemeği var tencerede.
Eskiler kendi yetiştirdikleri ürünleri kurutarak yenisi çıkıncaya kadar idare ederdi. Şimdi olduğu gibi her mevsim her istediğini bulmak ve yemek mümkün değil. Günümüz insanı suni gıdalarla besleniyor. Bin bir türlü hastalıkla boğuşan insanlar doğa ve doğallıkta şifa arıyor. Bu nedenle tüm dünyada ve ülkemizde natürel üretime dönüş var. Oldukça maliyetli projelerle bu dönüşüm gerçekleştiriliyor.
Omzunda taşıdığı kasanın ağırlığını tüm vücudu hissediyor. Bu ağır yüke rağmen halinden memnun. Gözlerinin içi gülüyor. Uzun zamandır ayrı kaldığı evine, anne babasının yanına, Köyüne dönmenin mutluluğu var yüzünde. Üzerindeki yeni ve temiz kıyafetleri, boyalı ayakkabıları ile şehirli insan izlenimi veriyor. Mustafa abi. Ali Osman emminin oğlu, bizden 5-6 yaş büyük. Çalışmak için Şehre gitmiş, çocuk yaşta çalışma hayatına atılmış.
O yıllarda; ekonomi, teknoloji, bilimdeki gelişmeler henüz istenilen düzeye ulaşmamış. Tüm Türkiye’de olduğu gibi. Tarımsal arazi yetersiz. İnsanlar geçimlerini güçlükle, el emeğiyle sağlıyor. Köyde çocuklar için bir gelecek söz konusu değil. Bu nedenle ilkokulu bitiren çocuklar şehre çalışmaya gönderilir genellikle. Genellikle diyorum çünkü okumak için giden çocuk yok denecek kadar az. Şehre gönderilen çocuklar varsa bir akrabanın yanında kalır. Yoksa bir araya gelerek ev tutarlar.
Her bekar evi adeta bir merkez. Özellikle hafta sonları bu evler dolar taşar. Yemekler yapılır, müzik dinlenir, sohbet edilerek hasret giderilir. Vakit müsaitse sinemaya gidilir. Şehirde; Saray, Ferah, Şahin, Rüya sinemaları var. Birde yazlık Emek sineması. Cüneyt Arkın’ın Kara Murat’ı. Kemal Sunal’ın Hababam Sınıfı, Ferdi Tayfurun Çeşme filmleri. O günün vizyonda olan filmleri. Biz okulu kırıp hafta içi izlemiş olsak ta arkadaşlarımızın hatırına bu filmler tekrar izlenir.
Okumak için köyden ayrılan şanslı çocuklardandık. Hafta sonunu iple çeker, özlemle beklerdik. Şehre çalışmaya gelen köylü arkadaşlarımızın evine gitmek. Onlarla birlikte vakit geçirmek için. Bizi misafir kabul ettikleri için yemekleri onlar yapardı. Bu yemek genellikle melemen olurdu. Zaman zaman patatesli bulgur pilavı, yumurta vb. kolay yapılabilen yemekler. Öğrenci yurdunda kaldığımız için bu yemekler bize farklı gelir, iştahla yerdik.
Ali Osman emminin Mustafa’da çocukken Şehre çalışmaya gidenlerden. 2-3 ayda bir hafta sonu köye gelir anne babasını ziyaret eder. Yaz döneminde ise uzunca bir izin yaparak tarla işlerinde ailesine yardımcı olur. Ama bu gelişi kısa, bir iki günlük.
Gözüm omzundaki kasanın içinde bulunan domateslere takılıyor. Kasayı yere bırakıyor ve anne babasının elini öpüp kucaklaşıyor. Uzun bir sohbet başlıyor aralarında… Benim gözüm ve aklım ise kasada bulunan ve iştah kabartan yeni sezon domateslerde.
Mustafa abi bir ara yurt dışına gitti çalışmak için. Daha sonra döndü. Kanaat sahibi. “Azda olsa memleketimde kazandığım yeter bana” diyor. Şükredenlerden. Görüştüğümüz zaman her ikimizde komşu olduğumuzu hatırlıyoruz. Baharın ikindi vaktini, sığırcıkların bulut gibi üzerimizde uçuşunu. Ali Osman emmiyi hatırlıyoruz. Allah rahmet eylesin…
Benim hatırladığım başka bir şey daha var. Domatesler…