Esselamü aleyke Yaratılmışların Sebebi,
Esselamü aleyke Hz. Halime’nin bereketi,
Esselamü aleyke Ey Muhammed Mustafa (s.a.v.)
Ey Âdem (a.s)’ın af sebebi,O gün, Mekke’ye bir ışık doldu. O gün, Kisra’nın sütunları yıkıldı. O gün, sönmeyen ateş söndü. Ve denildi ki O gün, Sen doğdun, Ey sevgili. Babanı göremedin. Babası yok, fakir diye seni sütanneliğe almadılar. Ama Halime başkaydı. O seni kabul etti. Evine bereket doldurdun. Sonra anneni kaybettin. Sonra da deden Abdülmuttalib’i. Madden yalnız kaldığın halde manen yalnız değildin. Çünkü seni, yetimlikten ve öksüzlükten peygamberliğe yükseltecek Rabbin vardı. Gittiğin yerde fark ettiriyordun kendini. Sonunda peygamber olmuştun işte. Sana en yakın gelen eşin Hz. Hatice inanmıştı. Sonra diğerleri. Hatta amcan Hz. Hamza’yı Uhud’da hunharca şehit eden Vahşi, kızlarını diri diri toprağa gömen kırılası eller ve şiirleriyle İslam’ı tenkit eden şairler bile. Ama senin sayende onlara kızamıyorduk. Çünkü Müslüman olmuşlardı. Ve ümmet-i Muhammed inanmıştı sana. Hani her şeyini feda eden ashabına; “Kardeşlerimi özledim” diyorsun. “Kardeşlerin kim?” dediklerinde; “Görmeden İman edenler” demiştin Ya Rasülallah, gerçekten bizi kardeşliğe kabul ediyor musun? Günaha bu kadar dalmışken, niçin gönderildiğimizi tam kavrayamamışken, gıybet yapıldığında iğrenç kokuyu hissedemeyen bizleri kardeşin kabul eder misin? Sana layık kardeş olamadık. Yine de seni ne kadar özledik bir bilsen!…
Artık gel. Gel ne olur! Senin yokluğun her şeye aksetmiş. Hasretin yürekleri dağlıyor. Güller sensiz eski kokusunu vermiyor, bülbül eskisi gibi şakımıyor. Her şey sana susadı. Ne olur gel! Şöyle geliversen de bize görünsen. Acaba seni görünce ne yaparız ki?!.. Hemen koşup elini ayağını mı öperiz? Ya da “bize gel, benim evimde kal” diye, Medineli Müslümanlar gibi seni kapışır mıyız? Ve ya seni görünce içeri kaçar; takılarımızı, aşk hikâyelerimizi, magazin dolu gazetelerimizi görünmeyecek bir yere saklar, rafa kaldırdığımız Kur’an-ı Kerim’in tozunu alıp görünecek bir yere mi koyarız? Ama telaşe ye hiç gerek yok. Çünkü sen Fatıma’nın evine sadece gösterişli bir perde için girmezken, bizim şehrimize bile tenezzül etmeyeceksin. Biliyorum gelmezsin, gelmeyeceksin de. Ama yine de kapımızı çalıp da geliverecekmiş gibi evimizi ayarlasak, tam senin istediğin gibi, senin yaşadığın gibi yaşayabilsek…
Bize ne oluyor ki, rehberimiz, önderimiz, aç günler yaşamışken, dünya malına ehemmiyet vermezken nasıl olur da başımız yukarılarda gezeriz? Adeta dünya malına taparız. Nasıl olur da başımız dolaplar dolusu eşyamız varken bir yenisini alırız. Acaba peygamberimiz sormaz mı? “Ben böyle yaşamışken siz niye böyle yaşıyorsunuz?” demez mi? O soracağı gün cevabımız ne olacak? Lütfen kendimizi cevabımıza göre ayarlayalım.
Ey Habib’i Kibriya!
Sana yapılan hakaretten haberin vardır. Üzülmüşsündür belki, kızmışsındır kendine “onları ümmet kabul ettim” diye. Üzülme sen ey Allah’ın gözdesi… Ne olur sen üzülme! Eğer sen üzülür de dilersen, seni sevgililiğine kabul eden Rabbin o topluluğu yerle bir eder. Biz Allah’ın sevgilisini üzersek heyhat halimiz nice olur?…
Ey Şerefli Kul,
Azıcık da olsa imanımız varsa bu mektubumuza ve mektuplara karşılık, rüyalarımıza giriver. Ümmet-i Muhammed’in rüyalarına giriver. Ya Rabbi, Peygamberimizi şefaatçimiz nail eyle. Milletimize, devletimize zeval verme. Bu milletin canını imanlı bir şekilde vermeyi nasip eyle. Bizlere ve bütün Müslümanlara yardım eyle. İmtihanı kolay olanlardan eyle. Sen bu mektubu Rasulüne ulaştır Rabbim. Amin.