Eskiden kırsal kesimde köylerde veya kasabalarda büyük çeşme yakınlarına inşa edilmiş duvarları genelde tastan, üst kısmında çatı bulunmayan ve dam şeklinde kapatılan yerine göre zemin kısmı beton veya taş döşenmiş olan ve içerisinde birkaç tane ocak bulunan köydeki ahalinin çamaşır yıkamak için kullandığı binanın adıdır GİYESİLİK.
Peki nedir bu GİYESİLİK’in hikayesi?
Zamanında halk niçin böyle bir şeye ihtiyaç duymuş?
Günümüzde neden yok olup gitmiş?
Malum olduğu üzere su hayattır. Su medeniyettir. Su’yun olduğu yerde yeşillik doğallık ve güzellik olur. Su aynı zamanda insanların ve diğer tüm canlıların yaşam kaynağıdır. Eskiden köyde evlerimizde su yoktu. İnsanlar günlük su ihtiyaçlarını köydeki çeşmelerden taşıyarak karşılamaktaydi. Su’yun evlerde sınırlı miktarda kıt şekilde bulunmasından dolayı insanlar kirlenen çamaşırlarını biriktirir belirli aralıklarla büyük çeşme yakınlarında uygun yerlere kazanları kurup suyun bolca bulunduğu ortamda çamaşırlarını yıkardı. İnsanların çeşme yakınlarına rastgele konumlanmasını önlemek ve daha tertipli düzenli ve dış ortamlardan etkilenmemek için inşaa edilmiştir GİYESİLİK.
Özellikle bayramlara yakın zaman dilimlerinde köyümüzün hanımlarını bir telaş sarar diğer ev işleri ile birlikte çamaşır yıkama seferberliği yaşanırdı. Hatta hatırladığım kadarıyla yukarı pınarın yanındaki GİYESİLİK te yer bulunmaz etrafına da kazanlar kurulurdu. Yine o da yeterli olmaz komşulardan Kumluca’ya, Kozağaç’a veya diğer yerlere çamaşır yıkamak için gidenler olurdu.
Bugün 40-45 yaş üstü olup köyde çocukluk dönemini yaşayan kimselerin GİYESİLİK ile ilgili bir anısı kesinlikle vardır. Kız çocukları annelerine yardım etmek amacıyla bizzat çamaşır yıkama olayının içinde oldukları için yaşanan sürece şahit olmuşlukları daha fazladır. GİYESİLİK ‘e erkeklerin yolu pek düşmezdi. Şayet erkek çocuklar herhangi bir nedenle GİYESİLİK’e annesinin veya aile büyüğü bir kadının yanına varmışta hemen oracıkta onu banyo yaptırırlardı. Banyo yaptırırken sabunlu ve Meşe külü karıştırılmış su çocukların gözlerini yakar ve ağlamaya başladımı, çocuğu yıkayan anne veya herkimse “sus, ne ağlayıp durun. Senimi dindirecem” deyip elindeki tas veya maşrapayı hafiften çocuğun başına değdirirlerdi.
Köyümüzde vakti zamanında yukarı ve aşağı mahallede olmak üzere iki tane GİYESİLİK vardı. Aşağı mahalledeki aşağı pınarın üst kısmında idi. Malum şimdiki yol yapılınca yıkılmak zorunda kalındı. Yukarı pınarın yanındaki GİYESİLİK ise yakın zamana kadar ayakta kaldı.
1990 lı yıllarda köyümüzde evlere şebeke suyu bağlanması sonrasında GİYESİLİK ve çeşme yakınlarında çamaşır yıkama işleri ortadan kalktı diyebiliriz.
GİYESİLİK’te kazanlarda ısıtılan suya meşe külü katılırdı. Meşe külü, Meşe odunlarının yanması sonucu oluşan küllerin elenmesi ile elde edilir. İçerisinde çok değerli vitamin ve minareller barındırır. Cilt temizliğinde, akne ve sivilce tedavilerinde, pasif agresif gibi mental bozukluklarda kullanıldığı bilinmektedir. Ayrıca Meşe külü ile yıkanan çamaşırlar ayrı bir yumuşak ve kokulu olurdu.
Bugün modern hayata adapte olan bizlerin temizlik malzemeleri şampuan, banyo sabunu, duş jeli, deterjan, bulaşık sabunu vs. kullanmaya bağlı olarak birtakım sağlık problemleri yaşadığımız aşikardır. Farkında olmadan birşeyleri ıskaladık mı acaba?
Ne dersiniz?