Aramızda bir kaç yaş olmasına rağmen beraber büyümüş olmanın verdiği aidiyet duygusu bizi daha çok birbirimize bağlamıştı. Bana dayı diye hitap eder nezaketli üslubunu her zaman korurdu. İkimiz sanattan spora, ekonomiden tarıma, sağlıktan eğitime varıncaya kadar herşeyi konuşurduk.
Ondaki çalışma azmini her zaman takdirle ve hayranlıkla karşılamışımdır. Öğrenme ve kavrama düzeyi yüksek ve bir o kadarda sportmen bir yapısı vardı.
Birçok işi beraber yapmamızdan ötürü babam ve dayım bize sürekli yaşadıkları hayat tecrübelerini aktarır bizde onları can kulağı ile dinlerdik. Ama arada bir delikanlılık halinin verdiği enerjiden dolayı kanımız daha hızlı akar yerimizde duramazdık.
Hiç unutmam!..
Bir keresinde güz mevsiminde tarlada ekin ekiyorduk.
Amma nasıl ekin ekme? O gün babam ve dayımın uyarıları bizi frenlemeye yetmiyordu. Traktörün arkasında mibzer ile tarlada son sürat ekim yapıyoruz. Sinan mibzerin üzerinde tohum gübre durumunu kontrol ediyordu. O şekilde hareket halinde iken bir anda mibzerin çeki demiri kırıldı ve mibzerin ön kısmı yere gömüldü. Sinan ise o ani duruşla birlikte havada bir takla atarak hiçbir şey olmadan ayarlarının üzerine yere düşmüştü. Bu olay bir çok kere aklıma gelir, aynı hareketi kendim yapabilirmiyim diye çok düşündüm.
Cevabım tabii ki hayır. Yapamazdım.
Ondaki çeviklik atiklik bambaşkaydı.
Sportmen bir yapıya sahip olmasının yanısıra hayata bakışı itibariyle ve ruh dünyasında da son derece engin bir kişiliğe sahipti.
Benim askerliğim terörün yoğun olduğu dönemlere denk gelmiş doğu bölgesinde biraz zorlu geçiyordu.
Orada yaşayanlar bilir. İnsan orada her gün her an herşeyi sorgular.
Birgün ondan bir mektup aldım.
Özetle şöyle yazmıştı. “Herşeyin sana anlamsız ve boş geldiği, gücünün tükendiği bir zamanda kesinlikle vazgeçme. İşte orası kaderinin yazıldığı yerdir. Vazgeçme aşamasında olursan eğer;
Rabbini düşün, peygamberini düşün, şehit dedeni düşün, anneni, babanı düşün. Kardeşlerini düşün.
Ve sakın ha sakın sana yakışmayan hareketleri yapma” diye yazmıştı.
Sanki benim ruh halimi okuyor gibiydi. Yaş olarak benden küçük olmasına rağmen, kurduğu cümlelerdeki anlam müthişti. Hayatın her aşamasında önemini yitirmeyecek kıymette idi. O mektup o zorlu şartlar altında bana güç vermiş askerliğimden sonrada uzun süre sakladım. Ama şimdi bulamıyorum
Sinan, hayatında askerlik öncesinde çeşitli işlerde çalışmış askerden sonra karayollarında mevsimlik işçi olarak bir süre çalışmış daha ise sonra Karatay Belediyesinde şoför olarak göreve başlamış hayatına şehirde devam ediyordu.
Birgün işyerinde iken gelen bir telefonla sarsıldım. Onun acil olarak hastaneye kaldırıldığı haberini almıştım. O anda yaptığım işi bırakıp apar topar hastanenin acil servisinin yolunu tuttum. Vardığımda kriz geçiriyordu ve yanındakiler onu zaptetmekte zorlanıyordu. Yardımcı olmak için orada bulunan herkes seferber olmuştu. Sanki on kişinin gücü nisbetinde bir güce sahipti.
Daha sonraki süreçte beyin tümörü teşhisi konularak tedasine devam edildi.
Tedavi sürecinde evde ve hastanede yakınen ilgilenmeye çalıştım. Ancak dağ gibi bir insanın gün be gün gözümün önünde erimesine şahit oluyordum. Onu çaresiz görmeye dayanamıyordum. İçimden birşeylerin kopup gittiğini hissediyordum ve bu durum beni mahvediyordu. Kadere olan inancımız hamdolsun var. Ondan geldik yine ona döneceğiz. Fakat netice itibariyle insanız ve yaşanmış bunca hatıra varken etkilenmemek mümkün değil.
Kendisi; hastalığını vakur karşılamıştı. “Çünkü veren o’dur, alan da o olacaktır” diyordu. Evet o dağ gibi insan bu hayattan geçiyordu adeta. Arkasında gözü yaşlı bir eş, iki tane ciğerparesi evladı, annesi, babası, kardeşleri ve onca sevenini geride bırakarak veda ediyordu.
Ve bir Sinan geçti bu Dünya”dan, adaşı olan mimar Sinan Türk-İslam mimarisinde nasıl iz bırakmışsa, onun o günkü yazdığı mektuptaki ifadeler benim ruhumda öyle iz bırakmıştı.
Rabbim rahmetiyle muamele etsin, mekanı cennet olsun inşallah.
Selam ve dua ile…