Kış günü, dışarıda dizboyu kar var. Arkadaşlarla biraraya gelip birimizin evine misafir olduk. Çaylar içiliyorken bir yandan da koyu sohbetler yapılırdı. Günlük arkadaş ortamında içilen çayın, sigaranın tadı bir başka olurdu.
İçilen çay ise, çay ötesi birsey, sigara ise, sigara ötesi bir anlam taşırdı. Hele bazı arkadaşlarımız büyük bir özenle tütün sararlardı. Tütün sarmak ayrı bir yetenekti. Ben hiç yapamazdım ama tabaka veya tütün doldurulmuş naylonu açıp bağdaş kurup büyük bir özenle tütününü sarmaya başlayanları zevkle izlerdim. Herkes Seyit amca (Seyit Türker) gibi sarmaya özenirdi. Sigara kağıdının içine doldurulan tütün iyicene sıkıstırdıktan sonra ileri geri yuvarlanıp yapıstırılacak kısmı dil ile ıslatıp, dişlerle küçük küçük kopartılır ve kurumadan hemen yapıştırılır. Bu şekilde özenle tütününü saran kişi muhtar çakmağı ile sigarasını ateşler derin derin iki nefes çektikten sonra başının üzerindeki sanki Erciyes dağı misali bir duman oluşur ve o duman kıvrım kıvrım yükselirdi. Şimdi düşünüyorumda bu sigara faslı tamamen bir özenti halinden ibaretmiş.
Bir başkası Konya’dan yeni getirttigi kaseti teybe koyup “oğlum sessiz olun, ben bu bandı gonyadan yeni getirttim. Bi dinleyelim bakalım” deyip söze karışır, o ortamda bir taraftan sohbete devam edilir bir taraftan da o kaset dinlenirdi. Hatta kasette oradakilerin çok sevdiği bir şarkı çalarsa bittikten sonra kaseti geri sardırıp seste biraz daha yükseltilerek o şarkı tekrar tekrar dinlenirdi.
Çaylar içildikten sonra ev sahibinin misafirperverliği ile belkide tamamı yerli malı olan elma, kuru üzüm, külde kavrulmuş nohut, patlamış mısır ikram edilir ve bu ikramlar afiyetle yenirdi. O zamanki nohut ve kuru üzümün tadını hala unutamam.
Meyve ve kuruyemiş ikramından sonra vakit ilerlemiş artık evlere dağılma vakti gelmişti.
Müsaade alıp dışarı çıktıktan sonra herkes evine mi gidecekti?
Tabiki hayır…
Daha yapacak bir şey daha vardı. Dışarıda karda kaymak.
Bu zevk rutin haline getirilmişti. Tabi onun için en uygun ortam “Hacı Sarının Yokuşu” idi.
Bir araya gelen arkadaşlar hep birlikte karda kaymak için Sarının Yokuşu na geldik. Kiminin elinde plastik leğen yarımı, kiminin elinde bir naylon parçası… o anda kaymak için bir şey temin edemeyen ise altında izleri silinmiş lastik ayakkabı ile ortama dahil olurdu.
Karda kayma aslında yetenek gerektiren bir şeydir. Bu anlamda tecrübeli olan birisi önde yer alır diğerleri onun peşi sıra pozisyon alır son kişi de tamam dedikten sonra en öndeki ilk startı vererek tren tren şeklinde yokuştan aşağı hareket edilirdi. Gece sıcaklık iyice düştüğü için kayılan alan hemen buz tutar kayma işleminin her tekrarında daha ileri bir noktaya varmak hedeflenirdi. Bunun yanında yalnız kayanlarda olurdu, ama yalnız kayanın yeteneği yoksa dengesini kaybedip hemen düşüp savrulurdu. Kayma yeteneği olmayanlar için tren tren şeklinde kaymak daha avantajlı idi. Çünkü kayma esnasında olası bir denge sorunu olursa tren tren yönteminde bu tolare edilebilirdi. Ama aynı hatayı bir kaç kişi yaparsa bu sefer herkes düşer bir tarafa savrulup giderdi.
Derken kayma işi tekrar ettikçe vakit biraz daha ilerler herkesin üstü başı ıslanır ama o zevkten mahrum kalmazdık.
Birden acıklı bir ses yükseliyor….
Hacı Sarı geldiiiiiii…..
Sarı Emmim bizim yokuşta kaymamizdan rahatsız olurdu. Haberi olursa oradan bizi kovalardı. “Ay ocağı söyünesiceler!.. ben size bura gelmen dimedim mi?” diye gelip bizi oradan uzaklaştırırdı. Herhangi bir arkadaşımı dövdüğüne ben şahit olmadım, hareketleri ve davranışları bizi korkutmaya yönelik olurdu. Sarı Emmimin kovalamasıyla bizim o günkü kayma faslı tamamlanmış olur artık herkes evin yolunu tutardı.
Ama gecenin en kritik aşaması belkide orasıydı. Üst baş ıslak eve nasıl gireceğim düşüncesi…
Zira evde anne baba gecenin bu saatine kadar neredesin sen, hem birde üstü başı ıslak. Gece gece kaymaya gitmiş bu deyip o günkü nasibini alır, sıcak bir soba yanı bulabilirse bulur, bulamazsa titreye titreye bir köşede yatağına yatar uyumaya çalışırdı. Çünkü arkadaşlara söz verilmisti. Ertesi günü Gocatemel’e, Yokarıköy’e, Keklik pınarı’na, Ismayılınsuyu’na Cırık tutmaya gidilecek.
Şimdi düşünüyorumda bizim kuşak çocukluğunu dolu dolu yaşamış gibi geliyor bana. Bu anlattığım hikaye 10 – 12 yaşlarındaki durumumuz. Bir takım imkansızlıklar bizleri daha fazla olgunlaştırmış diye düşünüyorum. Bizim kuşağın 10 -12 yaşlarındaki yaptıkları işleri bugün 20 yaşındakiler yapamıyor.
Genç kardeşlerim alınmasın ama durum maalesef öyle.
Bu arada Sarının Yokuşu nun hikayesi daha bitmedi.
Orada birde bilyalı sürüşümüz var. Onuda başka bir zaman yazayım inşallah.
Tüm hemşehrilerime en kalbi selamlarımı sunarım.